Türkiye’de anketçilik, büyük ölçüde ölçme işi olmaktan çıktı; oyalama işine dönüştü. Rakamlar konuşmuyor artık, müşteriyi memnun etme refleksi konuşuyor. Özellikle siyasi anketlerde ortaya saçılan yüzdelerin önemli bir kısmı, sahayı değil koltuğu koruma amacına hizmet ediyor.
Gelirini siyasi partilerden kazanan bir anket şirketinin, o partinin gerçeğini açıklamasını beklemek saflık olur. Çünkü gerçeği söyleyen müşteri kaybeder; müşteri kaybeden şirket de piyasadan silinir. O yüzden yeni kurulmuş, sokakta karşılığı olmayan partiler bir bakıyorsunuz yüzde 3’lerde, yüzde 4’lerde “uçuyor”.
Oysa gerçek basit. Sokağa çıkın. İnsanlara sorun. Partinin adını bilen yok, genel başkanını tanıyan yok. Ama kâğıt üzerinde bir “yükseliş” var. Bu masalı en iyi bilenler de parti yöneticileri. Biliyorlar ama susuyorlar. Çünkü bu rakamlar, genel başkana “her şey yolunda” demenin, parti içi dengeleri korumanın ve koltukta kalmanın en ucuz yolu.
Yıllardır sokaktayım. Bugüne kadar bir kez bile bir anket şirketinin siyasi araştırmasına denk gelmedim. Ne kapım çalındı, ne telefonum çaldı. Buna rağmen herkes konuşuyor, herkes yüzde dağıtıyor. Sormak lazım: Bu anketler kimle yapılıyor? Nerede yapılıyor? Yoksa sadece masada mı yapılıyor?
Elbette işini düzgün yapan birkaç firma var. Ama onlar zaten bağırmaz, şov yapmaz, rakam süslemez. Geri kalanlar ise kamuoyunu değil, algıyı yönetir.
O yüzden net söyleyeyim:
Bugün açıklanan birçok anket, halkın fikrini değil; siyasetin kendini kandırma ihtiyacını yansıtıyor. Bu ülkede seçimleri anketler değil, sokak kazanır. Grafikler değil, gerçek hayat belirler.
Ve gerçek, er ya da geç sandıkta konuşur.
